Ekonomik krizin olumsuz etkilediği şirketler bilançolarındaki bozulmaları telafi etmek amacıyla kullandıkları birçok araç yanında zarar telafi fonlarını da kullanmaktadırlar.
Kısaca, şirketlerdeki zararları kapatmak amacıyla ortaklarca şirkete fon sağlanması olarak tarif edilebilecek bu durum son günlerde sıkça gündeme gelmektedir.
Zarar telafi fonunu iştiraklerine temin eden şirketler bakımından bunun mali olarak ne anlama geldiğini, ayrıca fonu alan şirketler bakımından bunun mali ve vergisel sonuçlarını incelemek bu yazımızın konusunu oluşturmaktadır.
Zarar telafi fonunun ana kurum yönünden göreceği işlem mali idarenin yazılı olarak verdiği bir görüşte aşağıdaki şekilde açıklanmıştır.
”Sermayenin tamamlanması amacıyla yapılacak ödemenin ise, ortaklık payının korunmasına yönelik bir sermaye tahsisi olarak hisse senetlerinin alış bedeline ekleneceği tabiidir."Görüldüğü gibi fonu temin eden ortaklar bakımından bu ödeme gider değil maliyet karakterli bir ödemedir ve ilgili hisselerin maliyet bedeline eklenmesi gerekir.
Şimdi de konuya zarar telafi fonunu alan şirket açısından bakalım; Öncelikle bu fon bir borç değildir yani geri ödenmeyecektir, dolayısıyla buna bağlı olarak faiz ödenmesi kur farkı gideri tahakkuku söz konusu olmamalıdır. Bu fon şirket sermaye artırımına gideceği sırada mevcut zararın kapatılmasında kullanılacaktır, bilindiği gibi sermaye artırımına gidebilmek için öncelikle oluşan zararın kapatılması gerekmektedir.
Zarar telafi fonunu alan iştirakin bu fonu sermaye artışı gerçekleştirilinceye kadar bilançoda öz kaynaklar arasında muhafaza etmesi gerekmektedir. Zarar telafi fonunun banka ile gönderilmesi sırasında ilgili dekontlarda bu ödemenin “zarar telafisi için” olduğunun açıkça belirtilmesinde yarar vardır.Zarar telafi fonlarının şirketlere konulmasına ilişkin hükümler Türk Ticaret Kanunu’nun 324, 392 ve 436 ncı maddelerinde ayrıntıları ile açıklanmıştır.
Diğer taraftan bu fonların bazı durumlarda fonu kullanan şirketin geliri olarak vergiye tabi olması gerektiği yönünde görüşler ortaya çıkmaktadır. Bu görüşlere temel olarak da fonun şirketlere konulmasında yukarıda anılan hukuki sürece tam olarak uyulmaması, yani gerekli organ kararlarının alınmaması gibi hususlar ileri sürülmektedir. Ayrıca sürekli zarar etmeleri nedeniyle bu fonlara ihtiyaç duyan şirketler de benzer eleştirilere maruz kalmaktadır.
Bizim vergi hukukumuzda ticari kazanç ve kurumların kazancı “Bilanço Esasına” göre tespit edilir. Kazanç, kurumdaki öz sermayenin hesap dönemi sonunda ve başındaki değerleri arasındaki olumlu farktır. Bu dönem içinde ortaklarca kuruma ilave edilen değerler bu farktan indirilir, çekilen değerler ise bu farka ilave edilir. Yani vergi kanunlarında açıkça ve hiçbir koşula yer verilmeden, şirket ortaklarınca şirkete konulan değerlerin, kurum kazancının tespitinde dikkate alınmayacağı açıkça kabul edilmiş bulunmaktadır. Bu açık hukuki düzenleme aynı zamanda muhasebe standartları ile de uyumlu bir şekilde bütün gelişmiş vergi sistemlerinde uygulanmaktadır.
Şirketlerin sürekli zarar etmeleri nedeniyle matrah farkı tesis etmeye yönelik yapılacak eleştiriler, zarar telafi fonu yönünden değil transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtılması açısından yapılmalıdır.
INFOMAG – Mayıs 2010 – Zeki Kurtçu (Deloitte Türkiye Yönetim Kurulu Üyesi ve Ortağı) –