Bu yıl, herkes için şeker gibi geçmesini dilediğimiz Şeker Bayramı, tam hafta ortasına gelerek birçok hukuki sorunu da beraberinde getirdi. Bilindiği gibi, haftaya bugün yani, 29 Eylül Pazartesi arife günü. Sonraki üç gün tatil. 3 Ekim Cuma günü ise yine iş günü.
İlk bakışta pazartesi yarım gün, cuma tam gün iş günü gibi görünmektedir. İşini ayarlayabilen, gerekli izni alıp tatile gidenler için sorun yoktur. (İstanbul'da ilk ve orta dereceli okullar 6 Ekim Pazartesi günü de İstanbul'un kurtuluşunun yıldönümü olduğundan kapalı. Bu nedenle İstanbullu öğrenci kardeşlerimize tatil 10 gün).
Ancak günlü işlerin, örneğin yargısal işlerin, dava açma, cevap verme, itiraz, temyiz gibi sürelerin son gününün veya vergi borcunun ödeme vadesinin pazartesiye veya cumaya rastlaması durumunda, senetlerin protesto veya çeklerin ibraz sürelerinde ve pek çok konuda sürelerin hukuksal durumuna dikkate edilmesi gerekmektedir.
29 Eylül ve 3 Ekim günlerinin bakanlar kurulu kararı ile tatil ilan edildiğine ilişkin açıklama basında yer aldı. Bu konudaki kararname de önümüzdeki günlerde yayımlanır.
Öte yandan, arife veya bayram günleri ile hafta tatilinin yakın olması halinde, aradaki iş gününün Bakanlar kurulunca, tatil olarak ilan edilmesi, artık bir gelenek haline gelmiştir. Nitekim bu günler de bu niteliktedir. Söz konusu günlerin "tatil" olarak nitelenmesi, kamuoyuna açıklamayı yapan hükümet sözcüsü ve haberi duyuran medya tarafından yapılmaktadır. Acaba bu nitelendirme bize göre yanıltıcıdır.
Bir çalışma gününün tatil ilan edilmesi, bakanlar kurulu kararı ile değil, ancak kanunla olabilir. Hangi günlerin tatil günü olarak kabul edildiği, gerek 394 sayılı Hafta Tatili Kanunu'nda gerek 2429 sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun'da sayma yolu ile tahdidi olarak belirlenmiştir.
Zaten bakanlar kurulu kararlarına rağmen, söz konusu günlerde noterlerin, bankaların açık olması da bunu göstermektedir. Nitekim İMKB Başkanlığı da 29 Eylül'de yarım gün, 3 Ekim'de de tam gün seans yapılacağını açıklamıştır.
Dolayısıyla ortada hukuken tatil olan bir gün yoktur. Böyle günlerde yapılan uygulama, "hizmetlerin aksatılmaması ve kurum yöneticilerince gerekli tedbirlerin alınması", "zorunlu hizmetlerin yürütülmesi için asgari seviyede eleman bulundurulması suretiyle" kamuda çalışan memur, işçi ve diğer personelin idari izinli sayılması şeklinde yürütülmektedir. Hukuken yapılması mümkün bu uygulamayı, "tatil günü ilanı" olarak adlandırmak mümkün değildir. Nitekim hukuk dilinde bu tip uygulamalar, "idari izin" günü olarak adlandırılmaktadır.
Vergi Usul Kanunu'na tabi sürelerin hesaplanmasında, resmi tatil günlerinin süreye dahil olması, ancak sürenin son günü tatil gününe rastlarsa, sürenin tatili izleyen ilk iş günü tatil saatine kadar uzaması esası kabul edilmiştir (md. 18). Aynı esaslar, İdari Yargılama Usulü Kanunu'nda (md. 8) açıkça, Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'da ise (md.8) Vergi Usul Kanunu'na atıf yapılmak suretiyle benimsenmiştir.
İdari izin günlerinin birer tatil günü olmaması sebebiyle Vergi Usul Kanunu, İdari Yargılama Usulü Kanunu veya Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun uyarınca belirlenmiş ve son günü bu günlere rastlayan süreleri, izleyen ilk çalışma gününe kadar uzatması mümkün değildir.
Nitekim dava açma süreleri veya temyiz süreleri idari izin günlerine rastlayan, ancak o gün değil de izleyen ilk çalışma günü açılan davaları yargı organları genellikle süre noktasından reddetmektedir. (Örneğin Danıştay 3. Dairesi'nin 8.4.1992 gün ve E.1991/1566 K.1992/1335 sayılı kararı; Danıştay 7. Dairesi'nin 4.2.1997 gün ve E.1996/2050 K.1997/402 sayılı kararı). Ancak bu konunun yargı nezdinde kesin çözüme bağlandığını da söyleyemeyiz. Çünkü aksi yönde verilmiş kararlar da mevcuttur. (Örneğin Danıştay 11. Dairesi E.1998/1621 K. 1999/3597 sayı ve 13.10.1999 tarihli kararı; Danıştay 4. Dairesi'nin E.1993/754 K.1993/5242 sayı ve 15.11.1993 günlü kararı)
Görüldüğü gibi konu içtihat bazında tartışmalıdır. Bu nedenle bu konuda titiz davranmak, idari izin günü içinde de olsa, gerekli işlemleri yapmaya özen göstermek gerekmektedir.
Ancak burada, dava açma süreleri veya temyiz süreleri idari izin günlerine rastlayan, ancak o gün değil de izleyen ilk çalışma günü açılan davaları kabul eden kararları daha adil bulduğumu da belirtmek istiyorum.
Halk nezdinde veya dava yoluyla hakkını arayacak pek çok kişi nezdinde, tatil izin günü gibi hukuk kavramlarının anlam ve içeriği net değildir. Herkes, hukukçu değildir. Özellikle siyasilerin ve medyanın hukuk kavramlarını genellikle özensiz kullanması sonucu uzman kişilerin dahi rahatlıkla yanılabilecekleri, söz konusu günlerde resmi dairelerin kapalı olacağının düşünülebileceği bir ortam söz konusudur. Kişilerin açıkça bilgi sahibi kılınmadığı, kavramların belirsiz olduğu durumlarda yorumun kişiler lehine yapılması gerekir. Zira bizce bir hukuk devletinin, kişilerin haklarını her durumda kısıtlamaya çalışan değil, olabildiğince genişletmeye çalışan bir devlet olması gerekir.
Unutulmaması gerekir ki hukukun ve hukukçunun vazifesi, kanunları lafzi olarak ve harfiyen son derece katı biçimde uygulamak değil, adaleti gerçekleştirmektir. Hukuk, ancak adaletle gelişir.
Kaynak: Referans gazetesi