Çin kazanım peşinde
Krizden orta vadeli planlarla çıkmayı hedefleyen Çin’den, rezervlerini kriz için kullanması isteniyor. Pekin Rusya ve Pakistan’la konumunu güçlendirirken, IMF’ye kaynak aktarımı karşılığında jeopolitik kazanım istiyor.
Dünyada yaşanan finansal krizin belki de tek kazanını Çin oldu. Çin, yıllardan beri eleştirilen siyasal sistemini meşrulaştırmış, dünyanın umudu hâline gelmiş ve ilk kez ABD’nin önüne geçerek küresel ekonomik ve siyasi politikalara yön verecek bir numaralı aktör olmuştur. Bu durum, 6 Ekimde Alman gazetesi Spiegel’de Parag Krahanna imzasıyla yayınlanan “ABD, Avrupa ve Çin’in Neden bir G-3’e İhtiyacı Var?” başlıklı makalede dünya sorunlarının tartışılması ve çözüm üretilmesi için en ideal platformun Çin, AB ve ABD ile oluşan G–3 çerçevesi olduğunu ifade edilerek teyit edilmiştir. Hiçbir zaman pragmatik politikaları takip etmeyen Çin’in dünya siyaseti ve ekonomideki politikaları, 1950’lerden beri merkezî planlama sürecinden geçerek şekilleniyor. Dünyada yaşanan ekonomik kriz nedeniyle ortaya çıkan siyasi ve ekonomik kaosa karşı Çin, ani manevralar yapmak yerine ince eleyip sık dokuyarak orta vadeli stratejik hedeflerini etkileyebilecek kararlar vermeye çalıştı. 9–12 Ekim 2008 tarihlerinde gerçekleşen Çin Komünist Partisi’nin 17. Merkez Komitesi’nin 3. Genel Toplantısı bu açıdan oldukça dikkat çekici. Toplantıda reform süreci yeniden gözden geçirilerek, dünyada yaşanan ekonomik ve siyasi krize karşı Çin’in takınacağı tavır masaya yatırıldı. Toplantıdan çıkan sonuç Çin’in soğukkanlı bir şekilde paniklemeden ve ekonomide bir takım kayıpları da göze alarak küresel ve bölgesel çıkarlarının “Beş Yıllık Kalkınma” planlarının öngördüğü yol haritasına uygun bir şekilde gerçekleştirilmesi gereği oldu.
ASEM ZİRVESİ
24 Ekim’de Pekin’de toplanan ve Çin’in çok kutuplu dünyanın embriyosu olarak değerlendirdiği ASEM zirvesiyle birlikte Çin’in IMF ve Dünya Bankası’na borç verebileceği gündeme gelmiştir. Ancak karşılığında Çin’in tam olarak ne istediği açık değildir. Çin’in vereceği borç karşısında yüksek bir faiz geliri talep etmesi ulusal politikalarıyla pek uyumlu değil. Büyük olasılıkla Çin, bir takım jeopolitik ödünler isteyecektir. Aslında Çin’in faiz gelirinden çok IMF’nin küresel siyasi etkinliğine ihtiyacı bulunmaktadır. Bugüne kadar Dünya Bankası ve IMF’nin temel finansörü ABD idi ve bugüne kadar Dünya Bankası ve IMF üzerinden dünya politikasını yönlendirebiliyordu. Çin’in kendisi için dünya politikaları yönlendirebilmesi bir zamanlar ütopya iken şimdilerde 2 trilyonluk döviz rezerviyle bu ütopya gerçekleşmek üzere.
Küresel düzeyde bunlar tartışılırken, Çin, bir başka önemli adımı da Avrasya coğrafyasında atıyordu. 28 Ekimde Çin-Rusya ekonomik forumunun üçüncü toplantısının açılışı için Moskova’da olan Çin Başbakanı Wen, Putin ile bir araya gelerek Çin-Rus ilişkilerini farklı bir boyuta taşıyacak önemli kararlar aldı. Bu toplantıda en dikkat çekici anlaşma, iki ülkeyi birbirine bağlayacak olan petrol boru hattıydı. Uzun süredir üzerinde görüşmeler yürütülen bu projeyle Sibirya petrolünün Çin'e taşınması planlanıyor. Doğu Sibirya-Pasifik ana hattının bir kolu olarak inşa edilecek boru hattının kapasitesi yılda en az 15 milyon ton olacak ve 20 yıl süreyle Çin'e petrol sevk edecek. Rusya Enerji Bakanı Sergey Şmatko, 64 kilometre uzunluğundaki boru hattının 2009 yılı sonuna kadar tamamlanmasını planladıklarını belirtti. Çin ise karşılığında Rus devletine ait petrol şirketleri Transneft ve Rosneft'e milyarlarca dolarlık kredi sağlayacak. Medyada yer alan haberlere göre yaklaşık 25 milyar dolarlık kredinin beşte üçü Rosneft'e, gerisi Transneft'e verilecek. Çin, böylece, 2030 yılına kadar 300 milyon ton Rus petrolünü güvence altına alarak, yıllık petrol ihtiyacının yüzde 4'ünü karşılayabilecektir.
Çin ile yapılan bu kredi anlaşması, petrol fiyatlarının düştüğü bir dönemde zor durumda bulunan Rus petrol şirketlerini de rahatlatmış olacak. Rus petrol şirketleri, Kuzey Denizi ve Sibirya bölgelerinde ulaşımı zor sahalarda projeler geliştirebilmek için finansmana ihtiyaç duyuyor. Çin’in Rusya’yı böyle bir anlaşmaya ikna etmiş olmasında küresel ekonomik krizin etkisi büyük. Zira Rusya’nın önemli gelir kalemini enerji satışı oluşturuyor. Talebin azalmasıyla hızla düşen ham petrol fiyatları Rusya’yı da oldukça etkiledi. Bu proje, birkaç yıl önce Çin’e karşı önemli bir koz olarak kullanılıyordu. Rusya, bu enerji hattını Çin ile Japonya arasındaki jeopolitik pazarlığı kızıştırmak için kullanıyordu. Kendi ekonomik ve siyasi sorunlarıyla boğuşmakta olan Japonya’nın bu hatlara talip olmasının imkansızlığı nedeniyle bu hattı alacak ve Rus enerji şirketlerini finanse edecek Çin’den başka ülke kalmadı.
NÜKLEER İŞBİRLİĞİ
Çin-Rusya ekonomik forum toplantısından çıkan diğer bir sonuç ise nükleer enerji alanında imzalanan işbirliği anlaşmasıydı. Anlaşmaya göre, Rusya, Çin'in en büyük nükleer enerji santraline iki reaktör daha inşa edecek. İlk iki reaktör de Çin-Rus ortaklığıyla kurulmuştu. Çin ve Rusya arasında nükleer alanda işbirliğinin daha pekiştirilmesi aslında geçtiğimiz aylarda ABD’nin Hindistan ile yapmış olduğu nükleer işbirliğine karşı bir misilleme olarak yorumlanabilir. ABD’nin Hindistan ile başlattığı nükleer ittifak süreci Pekin’i oldukça rahatsız etmişti. Aslında rahatsız olan sadece Çin değil; bölgenin diğer bir nükleer gücü olan Pakistan da ABD’nin bu çifte standardından rahatsızlık duydu. Çin, vakit kaybetmeden ABD-Hindistan paktına karşı önce Pakistan’la daha sonra da Rusya ile nükleer işbirliği anlaşmaları imzalayarak, Çin-Rusya-Pakistan nükleer paktını oluşturdu.
Çin ve Rusya, zengin döviz rezervleriyle dünyanın önde gelen ülkeleridir. Döviz rezervlerini ağırlıklı olarak ABD Doları oluşturur. Bu nedenle, Putin, dolar üzerine kurulu dünya ekonomisinin ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğunu belirterek, Çin’e gelecekte ticaret alanında dolardan kaçınması ve iki ülke arasındaki işlemlerde ulusal para birimlerinin daha ağırlıklı olarak kullanılması çağrısında bulundu. Aslında, Rusya Devlet Başkanı Medvedev de Haziran ayında yaptığı ilk dış politika konuşmasında Rus para birimi Ruble’nin bölgesel döviz rezerv birimi olması çağrısında bulunmuştu. Çin Başbakanı Wen ise bu çağrıya yanıt olarak gelişmekte olan ülkelerin daha fazla söz hakkına sahip olduğu yeni bir sisteme ihtiyaç olduğunu, küresel döviz sisteminin de çeşitlendirilmesi gerektiğini, değişik para birimlerinin kullanılmasının sistemin istikrarını destekleyeceğini söyledi. Ancak Çin’in, ABD ile olan yakın ekonomik ilişkisi şimdilik Çin’i farklı bir adım atmaktan alıkoyuyor. Zira Çin, daha önce de döviz rezervinin bir kısmını Avro’ya dönüştüreceğini ilan etmiş, ama reel ekonomi-politik gerçeklikler Çin’e geri adım attırmıştı. Çin, Rusya ile ikili ilişkileri geliştirirken, bölgesel işbirliğini de gözardı etmiyordu. 30 Ekimde, Astana’da toplanan ŞİÖ Başbakanlar toplantısında Çin Başbakanı Wen, ekonomi, politika ve kültürel alanda işbirliğinin daha da derinleştirilmesi ve enerji güvenliğinin sağlanması çağrısında bulunması, Çin’in dünyada yaşanan ekonomik krizi en azından Avrasya coğrafyasında jeopolitik açıdan lehine çevirmeye yönelik adımlar olarak görülmektedir.
Barış ADIBELLİ
TUSAM Asya-Pasifik, Çin Danışmanı
Kaynak: Cumhuriyet