Obama dönemine hazırlık…
Obama dönemi için Çin, yeni bir strateji raporu hazırladı. İlk tehdit olarak ulusal bütünlük dikkate alınıyor. Obama’nın Afganistan’a yönelecek olması, Çin ve Rusya’yı hareketlendirdi…
Şubat 1972’de Mao, ABD Başkanı Nixon ile tokalaştığında Soğuk Savaş’ın yeni bir dönemi başlıyordu. 1960’lardan itibaren ortaya çıkan Çin-Sovyet ayrılığından ABD faydalanmasını bildi. Başkan Kennedy’ye danışmanları Çin ile Sovyetler arasında çıkan krizden faydalanmayı tavsiye etse de Kennedy Küba üzerine odaklanmayı tercih etti. Cumhuriyetçi Partiden olan Nixon ise Kissinger’ın hazırladığı ortamı iyi bir şekilde değerlendirerek Çin- ABD ilişkilerinin normalleşmesini sağladı. Burada hemen belirtmek gerekir ki, ilişkilerin normalleşmesi iki ülke arasındaki ilişkilerin kurumsallaşmasını sağlamıyordu. Çin-ABD ilişkilerinin resmiyet kazanması için birkaç yıl daha beklenecekti. Nixon’ın Watergate skandalı nedeniyle 9 Ağustos 1974 tarihinde istifa etmesi Çin-ABD ilişkilerinin de geçici olarak donmasına neden oldu. Nixon’ın Çin’le ilişkileri normalleştirmesi özellikle de muhafazakârlar arasında tepkilere neden olmuştu. Nixon’dan sonra göreve gelen Cumhuriyetçi Partiden Gerald Ford Çin’le ilişkileri oldukça düşük seviyede tuttu. Bu dönemde Çin iç politikasında da önemli değişiklikler oluyordu. 1976’da Mao’nun ölmesiyle birlikte 1978’e kadar Çin’de bir türbülans hakim oldu. 1978 yılında Deng Şiaoping’in iktidara gelmesiyle Çin’de reform ve dışa açılma süreci başladı. Deng’den bir yıl önce de ABD’de yönetime Demokrat Parti’den Jimmy Carter gelmişti. Tüm bu dönem içerisinde Washington yönetimi Çin’le resmi diplomatik ilişki kurmamıştı.
DİPLOMATİK İLİŞKİLER
ABD’de sadece tepkiler yoktu, aynı zamanda özellikle Demokrat Parti’de Çin’le ilişkilerin kurulmasından yana olan önemli bir kesim bulunmaktaydı. Nihayetinde 1 Şubat 1979 tarihinde Çin-ABD diplomatik ilişkileri kuruldu. Çin, ABD ile olan ilişkilerini dikenli bir yol olarak tanımlıyor. Çin, 1980’leri, her iki süper gücün arasındaki tartışmalara karışmadan kısıtlı da olsa denge politikası izleyerek geçirdi. Bu dönemde ortaya çıkan nispeten barış döneminde Çin ekonomik reformlara ağırlık verdi. Soğuk Savaş sonrası ise, giderek artan ekonomik gücüyle orantılı olarak Çin-ABD ilişkileri de özellikle ekonomi alanında derinleşmeye başladı. Fakat esas gelişme 2001 yılında Çin’in Dünya Ticaret Örgütü’ne girmesiyle oldu. Bugün Çin’in elinde yaklaşık 1 trilyon dolarlık Amerikan hazine kâğıdı bulunuyor ve Çin 2 trilyon dolar rezerviyle dünya ekonomisinin sigortasıdır.
Çin-ABD diplomatik ilişkilerinin kuruluşundan, günümüz Çin dış politikasına da bir takım miraslar kalmıştır. Bunların başında Tayvan sorunu gelmektedir. 20 Ocak günü Çin Devlet Konseyi Basın Ofisi tarafından yayınlanan “Çin Savunması 2008” raporunda öncelikli tehdit “egemenlik ve toprak bütünlüğü” kapsamında Tayvan gösterilmektedir. ABD’nin bir türlü nihai çözüm için yanaşmadığı Tayvan’da son seçimlerde Çin’le uzun vadede birleşmeyi savunan ve bağımsızlığa soğuk bakan milliyetçilerin iktidara gelmesi Çin-Tayvan ilişkilerinde de yeni bir dönemin başlamasına neden olmuştu. Buna rağmen, ABD’nin her yıl milyarlarca dolarlık gelişmiş silah sattığı Tayvan’ın Çin’e karşı oluşturduğu “jeostratejik koz”dan ABD’nin vazgeçeceğini söylemek şu an oldukça zor. ABD hükümeti Kongreye 3 Ekimde 6,5 milyar dolarlık silah satışını içeren bir paket sundu. Çin-Tayvan barışının doruk noktasına ulaştığı bir zaman diliminde ABD’nin böyle bir adım atması Pekin’de açık provokasyon olarak yorumlandı.
Öte yandan, Çin-ABD ilişkilerinin Pekin’de pembe bir tablo çizdiğini söylemek de zor. Çin Komünist Partisi’nin 2002’deki 16. Kongresi’yle tasfiye edilen eski kuşak devrimcilerden oluşturduğu muhafazakâr kanat, daha ılımlı görülen yeni kuşak lider Hu Jintao’nun Amerikan politikalarını zaman zaman eleştirmektedir. Çin Cumhurbaşkanı Hu Jintao’nun 12 Ocak günü Pekin’de ABD’nin eski başkanlarından Jimmy Carter'la görüşmesinde Çin ve ABD'nin yeni yüzyılda karşı karşıya bulundukları çeşitli küresel meydan okumalara birlikte karşı koymaları gerektiğini ifade etmesi, işbirliğinden memnun olmayan muhafazakâr kanadı doğrular niteliktedir. Hu Jintao, ikili ilişkilerin kapsamlı ve derinliğine gelişmesinin hızlandırılması gerektiğini belirterek en büyük gelişmekte olan ülke niteliğindeki Çin ile en büyük gelişmiş ülke olan ABD'nin insanlığın barışı ve gelişmesi gibi yüce bir dava için ortak sorumluluk üstlenmesi gerektiğini de dile getirdi. Nitekim eleştiriler Çin’in küresel ve bölgesel olaylara yaklaşımında giderek Amerikanlaştığı şeklindeydi.
Hu Jintao’nun ABD ile birlikte küresel sorunları birlikte çözme isteği ister istemez 1980’lerde Çin dış politikasında mevcut olan iki süper gücün küresel baskı oluşturduğu inancıyla da çelişmiştir. Zira Çin dış politikasının temel varsayımı olan küresel gücün yanında durmama ilkesi giderek anlamını yitirmiştir. Çin-ABD arasında bulunan derin ekonomik ilişkiler, ister istemez Pekin’in siyasi duruşuna da yansıyor. Çin, ABD’ye karşı en azından etik olmayı tercih ederken ABD ise Çin’e karşı “hasmane” politikalarından vazgeçmiyor. ABD’nin bu tavrında Washington’daki Çin karşıtı lobinin de memnun edilmesinin yattığı açıktır. Çin’in elindeki yaklaşık bir trilyon dolarlık Amerikan hazine kâğıdını ABD, ulusal çıkarları açısından önemli bir zafiyet olarak görmektedir. Son yılların en büyük ekonomik krizi olan dünya finansal krizinin gölgesinde ABD’nin ekonomik açıdan Çin’i dengelemesi mümkün görülmemektedir. Bu nedenle ABD, bu dengeleme mekanizmasını siyasi, askerî ve diplomatik temeller üzerine inşa etti. Obama’nın seçim kampanyası boyunca Çin’e karşı ABD’nin ve Amerikan halkının çıkarlarını koruyacağı sözünü vermesi ve ticari korumacılığı savunması, Çin hükümetini de alarma geçirdi. Dış politika ekibinin Obama’ya Asya-Pasifik bölgesinde Amerikan nüfuzunun yeniden canlandırılması için sundukları yol haritasında açıkça Japonya’ya önemli roller biçmektedirler. ABD’nin Asya-Pasifik bölgesinde Çin-Rus kıskacından tek kurtuluşunun Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi Japonya ile sıkı bir güvenlik yapısı oluşturmaktan geçtiği vurgulanmaktadır.
YENİ MERKEZ
Çin’in yayınlamış olduğu yeni savunma raporunda sıraladığı tehditlere bakıldığında Tayvan’ın ardından Tibet ve Uygur Özerk Bölgesi gelmektedir. Çin, tüm bu sorunları kendi iç sorunları olarak görmekte ve dış güçlerin tutumunu eleştirmektedir. Son günlerde ABD’nin Özbekistan ve Kırgızistan’da yaptığı askerî girişimler, Pekin’de ABD’nin Çin periferisinde yerleşmeye çalıştığı şeklinde yorumlanıyor. Bu bağlamda, Çin’in Rusya ile olan stratejik ortaklık mekanizması devreye giriyor. Rus lider Medvedev’in 23 Ocak günü Taşkent’te İslam Kerimov’a işbirliği vurgusu yaparak Afganistan sorunu hakkında Şanghay İşbirliği Örgütü başkanlığında uluslararası bir konferans düzenlenmesini önermesi, Çin’in stratejik ortağı Rusya’nın bölgesel önemini bir kez daha teyit etmiştir. Afganistan, Obama’nın iktidara gelmesiyle birlikte ABD’nin Çin ve Rusya’ya yönelik politikaları için yeni merkez haline geldi. Afganistan’daki durumun lehine değişmesinden en çok Çin korkmaktadır. El Kaide ve Taliban örgütleriyle bugüne kadar önemli bir sürtüşmeye girmemiş olan Çin’in, rüzgârın kendisine karşı dönme ihtimaline karşı özellikle Müslüman nüfusun yoğun yaşadığı bölgelerde bir takım önlemler almaya başlamıştır.
Pekin’de yayınlanan savunma raporunda Çin’in özellikle Obama’nın iktidara gelmesinden sonra oluşacak muhtemel yeni konjonktüre yönelik bakış açısı da görülmektedir. Raporda, Çin'in geçen bir yıl içinde, kararlı bir şekilde bağımsız, egemen ve barışçı bir dış politika ile savunma amaçlı bir askeri politika izlediği dile getirilmektedir. Raporda, dünyadaki askerî gelişmelerde ortaya çıkan yeni eğilime etkili şekilde uyum gösteren Çin'in, devletin egemenliğini, güvenliğini ve gelişmesini ilgilendiren konularda çıkarlarını koruma noktasından hareket ederek, daha yüksek düzeyde bir savunma yeteneği elde ettiğine ve ordunun modernleşmesini hızlandırdığına dikkat çekilerek, kötü niyetli dış tehditlere karşı gözdağı verilmiştir.
Barış ADIBELLİ
TUSAM Asya-Pasifik, Çin Danışmanı
Kaynak : Cumhuriyet
2009-04-09