Kurtarmalardan sonuç almak olanaklı değil…
Ekonomik krizin düşünsel altyapısı, Bush’un eski danışmanı Rouve’un, ‘Biz artık bir imparatorluğuz, yeni gerçeklikler yaratırız. Biz tarihi yaparken siz de o tarihi çalışmak zorundasınız’ sözleriyle açıklanıyor. Sonucu ise Soros’un, ‘ABD dünyanın bütün zenginliğini sömürdü. Oyun bitti’ sözleriyle ortaya konuyor.
Kapitalizmin yeni krizi, 1929’daki Büyük Buhran tarzında geldi. Küresel mali (finansal) kriz gelirken sinyalleriyle, işaretleriyle yani haberdar ederek geldi. Yaklaşık 2 yıldır krizin ne zaman patlayacağı bekleniyordu. Bugün olduğu gibi o günlerde de, sonuç odaklı çözümler yerine, günü kurtarma planlarına zaman, emek ve para harcandı. Sistemin kendisinde var olan sorunları piyasa elemanlarına yükleyerek genel sistemin devamı amaçlanıyordu. Başarılamayacağı anlaşılmasına rağmen dev kurtarma ve devletleştirme hareketleriyle hala nafile çabalar verilmektedir. Para pompalayarak bir yere varılamayacağı açık seçik olarak önümüzde durmaktadır. Krizin ve sistem çöküntüsünün nedenlerine inecek olursak zaten batanları kurtararak bir yere varılamayacağını anlamış oluruz. Dünya düzeni denilen olgunun değişmesine tanıklık ettiğimiz bugünlerden sonra dünyada hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını da ayrıca tarihe not düşmek gerekiyor.
DEĞİŞMEYEN KADER: KÜRESELLEŞME
Dünyada küreselleşme her devirde farklı şekillerde var olmuştur. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra popülerleşen kelimelerden olmasına rağmen tarihi oldukça eskidir. Küreselleşme atak yaptıkça dünya büyük krizlerle uyanmıştır. Krizi iyi analiz edebilmek için küreselleşmenin tam olarak ne anlama geldiğini de iyi bilmek gerekir. Bu bağlamda tanımlama yapmak yerine nelere yol açacağını irdelemek daha faydalı olacaktır. Küreselleşme en temel anlamda, kapitalizmin ulus ötesi bir konuma gelmesiyle başlayarak, çok uluslu şirketlerin kar ve üretimlerini dünya geneline yaymasıyla devam eder ve sonucunda finans piyasaları arasında da sınırlar kalkar. Bu yüzdendir ki ABD’de başlayan bu kriz dalga dalga bütün dünyaya yayılmaktadır. Küreselleşme olgusunda ulusallık ortadan kalkar ve politikacılar için de en önemli gösterge piyasalar haline gelir. Teknolojik gelişmelerin de katkısıyla insanın ve emeğin sistem üzerindeki etkisi azalırken enerjinin kıymeti artmıştır. Mücadele enerji alanına kaymıştır. Ancak devletler, politikacılar, din adamları hata yapabiliyorken sermayenin hata yapmayacağını düşünerek oluşturulan bu sistemin eninde sonunda büyük krizlere neden olabileceği öngörülmek istenmemiştir. Ancak bu krizle gerçekler görülmüş ve krizin “sistemik” bir kriz olduğu anlaşılmıştır.
NEO-LİBERALİZM’İN İFLASI
Krize neden olan sistemin işleyişini inceleyecek olursak, merkezinde ABD’nin ve “Avrupalı dostlarının” bulunduğunu görürüz. Aşırı tüketim harcamaları, gerçekte var olmayan varlıklar üzerinden borçlanma, ahlaki (moral) eksikliklerinden doğan suiistimaller devletin piyasanın dışında durarak müdahil olmamasıyla sistem aslında kendi sonunu getirmiştir. Sadece kar esaslı çalışıldığı ve yöneticilerin de buna göre sıralandığı, paranın “tek Tanrı” kabul edildiği bu sistemin ulusların milli kimliklerini de yok etme yoluna girdiği tartışılmaz gerçekliktir. Her şey daha fazla kar için yapıldığından “karlı savaşlar” ve “karlı krizler” ortaya çıkmıştır. Bireylerin bütün sıfatlarından arındırılarak “tüketici” konumuna indirgenmesi temel hatalardan biridir çünkü sistem ne olursa olsun bireyler olmadan hiçbir sistemin sürdürülebilmesi mümkün değildir. Sistemin varlığının bireylerin var olmasına bağlı olduğu unutularak meta bazlı bir hale getirilmiştir. Bunun sonucunda da yaratılan yapay düzen kendi sonunu hazırlamıştır.
Kapitalizm’in ve ileri versiyonu olarak “neo-liberalizm”in iflası bütün dünyanın gözleri önünde gerçekleşmektedir. Kapitalizmin temel kurallarına aykırı olarak batan firmaları devletleştiren “Küresel İmparatorluk” ABD’de istemeyerek de olsa sorunun asıl kaynağını göstermiştir. Neo-Liberalizm’in temel düsturu olan “laissez faire-laiisez passer” (bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler) düsturunu hiçe sayarak, ABD’de ve Avrupa’da yapılan devletleştirme ve kurtarma operasyonları bir dönemin bitişinin ilanıdır. Tam serbestliğin yanı sıra eksiksiz bilgi erişimi teorisinin de geçerli olmadığını mevcut küresel kriz bize göstermiş oldu. Her finans işlemi için bir tarafın diğerinden daha fazla (aynı zamanda daha az) bilgiye sahip olduğu tescillenmiştir. Aynı zamanda faydayı maksimize etmek için girişilen dolambaçlı yollar ve ahlaki çöküntü de gün ışığına çıktı. Taraflar arasındaki asimetriyi azaltmak ve eşitliği sağlayarak sağlıklı bir yapı kurmak için müdahale etmesi gereken devlet veya devlet otoritesini kullanan kurumlardır. Ancak çokuluslu şirketlerin bu kadar etkin olduğu bir dönemde devletlerin tek başlarına iç denetimi bile yapabilmesi mümkün değildir. Çünkü şirketlerin merkezleri ve kayıtları bütün dünyaya yayılmış durumdadır. Dolayısıyla yeni uluslararası kurumlar tarafından piyasaların disiplinli bir şekilde düzenlendiği ve kurumsal otoritelerin güçlendiği bir döneme girmemiz kaçınılmazdır.
YOLUN SONUNA GELİNDİ
ABD’nin dünya imparatorluğu bitmiştir ve bundan sonrada hiçbir devlet tek başına bu kadar gücü elinde bulunduramayacaktır. Bu krizin ABD tarafından öngörülememiş olması kibirliliğin yol açtığı kısmi körlükten kaynaklanmıştır. Bu kibir, Başkan Bush’un eski danışmalarından K. Rouve’un şu açıklamasında açıkça görülür; “Biz artık bir imparatorluğuz. Harekete geçtiğimizde kendi gerçekliğimizi yaratırız ve siz bu gerçekliğin üzerinde çalışırken biz tekrar harekete geçer, yeni gerçeklikler yaratırız. Biz tarihi yaparken siz de o tarihi çalışmak zorundasınız.” Bu açıklama nasıl bir ruh halinde olduklarını net olarak göstermektedir. Dünyanın geri kalanını figüran olarak gören bu zihniyete her yerde olduğu gibi Türkiye’de de iman edenler olmuştur. Zira Maliye Bakanı Kemal Unakıtan “ABD büyük devlettir, kendi krizini kendi çözer” diyerek “büyük müttefik” ABD’ye övgülerini sunmuştur. Ancak gelinen noktada “imparatorluğun” da çıkamayacağı krizlerin var olduğu görülüyor. Küreselleşmenin ve neo-liberal sistemin simge isimlerinden Soros durumu şu şekilde açıklıyor; “ABD globalleşmenin ve global piyasanın merkeziydi. Dünyanın bütün zenginliğini sömürdü. Şimdi bu dönem sona erdi. Oyun bitti. Bu, Amerika için çok ciddi bir düzenleme”. Yani yeni dünya düzenini kurduğunu söyleyenler düzenlemeye kendilerinden başlayacaklar. Çünkü kurdukları düzen eskiyemeden çökmüş durumda.
Bütün bunlardan sonra yeni siyasi konjonktür, finansal sistem ve dünya düzeni temelden değişecek ve derin bir eksen kayması yaşanacaktır. ABD merkez olma özelliğini kaybedecek ve finans piyasası merkezini değiştirecektir. Tek bir merkez bulunmayacak merkezler var olacak yeni güçler tarih sahnesine çıkacaktır. Muhtemel adresler Avrupa, Çin ve Hindistan’dır. Avrupa’nın Amerika liderliğine itirazı, çok dillendirilmese de, çok daha önceden başlamıştı. Bu krizle birlikte açık olarak ortaya konacaktır.
YAŞLI KITA NE DURUMDA?
Avrupa ülkeleri Avrupa Birliği’ni siyasi bir zemine oturtarak küresel aktör olmak için yola çıkmıştı. Avrupalılar tam olarak henüz birlik olmayı başaramasalar da amaçlarını ortaya koyup çaba harcıyolar(dı). Bu sistemik krizden sonra nasıl pozisyon alacakları belli olmasa da en azından yine ortak bir karar alamayacaklarını belli ettiler. İrlanda’nın birlikten bağımsız olarak sınırsız mevduat garantisi getirmesi bile birliğin karar alma ve uygulatma kapasitesi hakkında gereken bilgiyi vermektedir. İrlanda’yı takip eden Almanya ve Fransa da Birlik kararını beklemeden mevduat garantisi getirdiler. AB içerisinde de toplantılar ve görüşmeler durmadan devam etmesine rağmen ortak müdahalenin ne şekilde olacağı ve koordinasyonun sağlanması noktasında bir karar verilebilmiş değil. Ancak bir gerçek var ki, sistemde genel bir revizyon yapılacak. Serbest piyasa sistemine her zaman mesafeli davranan Sarkozy’nin “Piyasaların her zaman haklı olduğu fikri çılgıncaydı” açıklaması yeni sistemin nasıl olacağı konusunda ipuçları veriyor. İki savaş arası dönem ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan sistemin 1970’lerdeki krizlerden sonra büyük değişime uğradığını düşünürsek bundan sonra da mevcut sistemin köklü değişimlere gebe olduğunu görürüz. Toplantı üstüne toplantılar yapan AB üyeleri henüz ortak bir önlem paketi ortaya koyamadıklarından Avrupa’nın ortak tutumundan bahsetmek pek mümkün değildir. Ancak AB üyeleri de ABD gibi kurtarma operasyonlarından başka bir çözüm yolu bulamamışlardır. Son olarak Bush, Sarkozy, Barroso üçlü zirvesinde ABD başkanlık seçimlerinden sonra zirve toplantısı ve ortak eylem planı oluşturma kararları çıkmıştır. Ancak hala dünyanın hakimiyetini elinde bulundurduklarını düşündüklerini gösteren AB ve ABD ikilisi “diğer”leri ile ortak hareket etmeden hiçbir çözüm yolu bulamayacaklarını anlayamamış gözüküyorlar.
İhracatı doğrudan bu iki güce bağlı olan, çok yüksek cari açığı bu güçlerden gelen yabancı sermaye ile finanse eden Türkiye’nin ise kapıdaki kriz karşısında tepkisiz kalmasının hiçbir açıklaması olamaz. Mevcut krizin Türkiye ekonomisini etkileme biçiminin ve şiddetinin somut rakamlarla tahmin edilmesi mümkün değildir. Krizde dolar kuru, ya da borsanın kayıplarının boyutu gibi finansal değerlerin rakamsal değerlerini tahmin etmek olsa olsa falcılıktır. Bu tür tahminler için yeterli mekanizma şimdilik mevcut değildir. Türkiye bu duruma hazırlıklı olmalı ve vurdumduymazlık ve aymazlıktan uzaklaşarak biran önce pozisyonunu almalıdır. Çünkü yeni düzen bir öncekinden daha acımasız olacaktır. Mevzi almadan yakalananların hiçbir şansı olmayacaktır. Bugüne kadar apaçık görünen krize karşı önlem almamış olmak zaten yeterince tehlikeli olmuştur. En azından bundan sonrası için bir şeyler yapılmalı ve kapıya gelen tehlikenin zili çalması beklenmemelidir. “Bize bir şey olmaz” mantığından sıyrılarak ivedilikle önlem adımları atılmalı ve krizden en az zararla çıkmanın yolları aranmalıdır. Unutulmamalıdır ki en büyük tehlike “tehlike yok” zannetmektir.
GELECEĞİ YARATMAK
Yaşamakta olduğumuz bu dönem yapısal ve sistemik değişikliklerin yapılacağı ve mevcut kaosa bir son verilmesi için çalışılacak bir süreçtir. Bugün batan her şirketi kurtarma çalışması yakın bir gelecekte aynı şirketleri başlarından atma çabasına dönüşecektir. Bu tecrübe Türkiye’de yaşanmış ve el konan ve devletleştirilen çoğu banka ve şirket elde kalmış, ya yok pahasına satılmış ya da yok olmuştur. Dünya genelinde de aynı durumun yaşanması kaçınılmazdır. Yani ileriki zamanlarda kurtarmaya harcanan milyarlarca doların nasıl yok olduğunu, buharlaştığını görebiliriz. Kurtarma paketleri sistemi kurtarmaya yetmeyeceği gibi merkez bankalarında ki son kurşunları da bitirecektir. Mevduatlardaki devlet garantisini artırmak şirketlerden sonra devletleri de sıkıntıya sokabilecek bir adımdır. İzlanda örneğinde ki gibi batan devletler görmemiz kuvvetle muhtemeldir.
Avrupa ve Amerika küçük bir devlet olan İzlanda’yı kurtarmayı aklından bile geçiremedi. Rusya’nın İzlanda’ya yardımı ise Kuzey Kutbu’nda ki güç mücadelesinde müttefik yaratmak için atılmış bir adımdır. Ekonomik krizin siyasi arenaya taşınmasıdır, ayrıca bir sonraki adımda krizin askeri ve stratejik alana kaydırılması gelecektir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük yapısal ve finansal değişim ve dönüşüm bu kriz üzerinden yapılacaktır. Bu köklü evrilme sürecinde krizin analizini iyi yapanlar ve stratejisini belirleyenler ayakta kalacak diğerleri ise uzun süreler boyunca çırpınmaya devam edecektir. Dahası krizin dünyayı hızla savaşlara sürükleyebileceği, devletleri hırçınlaştıracağı, otoriter rejimlerin ve faşizmin güç kazanacağı tahminleri yaygın bir şekilde söyleniyor. Bu tahminleri dikkate almamak tam anlamıyla aymazlık demektir. Çünkü tarihte büyük krizlerin büyük savaşlara neden olduğunu gösteren birçok örnek yer almaktadır. Gelecek yaratılırken geçmişten ders al(a)mayanlar acınacak hale düşmüşlerdir.
Orhan PEHLİVANLI
TUSAM Avrupa Araştırmaları Masası
Cumhuriyet