Finans, Muhasebe, Vergi...
Yönetim ve Organizasyon

Rekabet Kurallarının Önemi Ve Gerekliliği

Türk Hukuku’na rekabet kuralları, 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun (“Rekabet Kanunu”) ile 1994 yılının Aralık ayında girmiş olmakla birlikte bu kanun anayasal dayanağını; devlete, piyasadaki kartelleşmeyi ve tekelleşmeyi önleyerek rekabeti koruma görevini yükleyen 1982 Anayasası’nın (“Anayasa”) 167. maddesinden alıyor. 

Rekabet Kanunu’nun 4, 6 ve 7. maddeleri ile kartelleşme ve tekelleşmenin önüne geçmek için 3 temel rekabet kuralı getirildi. Bu 3 temel rekabet kuralından ilki, teşebbüsler arası “rekabeti sınırlayıcı anlaşma, uyumlu eylem ve teşebbüs birliği kararların yasaklanması” yoluyla piyasalardaki kartelleşmeyi engellemeyi hedeflerken; diğer ikisi, hâkim durumun kötüye kullanılması ile hâkim durum yaratan veya hâkim durumu güçlendiren birleşme ve devralmaların yasaklanması, piyasalardaki tekelleşmeyi engellemek için getirildi. 

Neden Rekabet Korunması Gereken Birşeydir?
Bu noktada; öncelikle Anayasa’nın devlete neden piyasalardaki kartelleşme ve tekelleşmeyi önleyerek rekabeti koruma görevi verdiğinin açıklığa kavuşturulmasında yarar vardır. Yani, piyasalardaki rekabet ortamının korunmasında ne gibi bir kamu yararı vardır ki, Anayasa devlete böyle bir görev yüklemiştir. Kanun koyucu neden “Öğrencilerin Korunması Hakkında Kanun” çıkarma gereği duymazken “Rekabetin Korunması Hakkında Kanun”u çıkarma gereği duymuştur? Akla hemen hedeflenenin “tüketicinin korunması” olduğu gelse de, Rekabet Kanunu’ndan çok kısa bir süre sonra bu amaca yönelik olarak çıkarılan 4077 sayılı “Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun”un varlığını hatırlamak yerinde olacaktır. Bu bağlamda; eğer piyasalardaki rekabetin korunmasıyla hedeflenen tüketicinin korunması olsaydı, kanun koyucu tüketiciyi korumak için ayrıca bir kanun çıkarma gereği duymazdı.

O zaman sorumuzu yinelersek, kanun koyucu neden rekabetin korunması için yukarıda değindiğimiz üç temel rekabet kuralını içeren bir kanun çıkarma gereğini duymuştur? Bu sorunun cevabı, rekabetin piyasa ekonomisinin işleyişi açısından taşıdığı önemde gizlidir. Rekabet Kanunu’nun genel gerekçesinde; “ülkemizde varolan ekonomik sistemin piyasa ekonomisi olduğu ve piyasa ekonomisi işlerliğinin de ancak piyasalarda sağlıklı bir rekabet ortamının mevcudiyetine bağlı olduğu” açıkça belirtiliyor.

İktisat (ekonomi), dünyadaki sınırlı kaynaklarla, sınırsız çözümler arayan bir bilim dalıdır. Daha önceleri piyasa ekonomisine alternatif bir ekonomik sistem olan planlı ekonomiyi uygulayan Rusya ve Çin gibi ülkelerin dahi piyasa ekonomisini benimsemeleri sonucunda, piyasa ekonomisi bugün itibariyle iktisadi kalkınma yöntemi olarak alternatifsiz kalmış gibi görünüyor. 

Ekonomik Sistem Olarak Pazar (Piyasa) Ekonomisi
Bir ekonomik sistem olarak piyasa ekonomisinin ortaya çıkışı oldukça eskilere, 18. yüzyılın sonlarına dayanmaktadır. Adam SMİTH, piyasa ekonomisinin mucidi, hatta babası olarak addedilmektedir. Adam SMİTH; ilk kez 1776 yılında İngiltere’de yayınlanan “Ulusların Zenginliği” adlı kitabında “görünmez el” (invisible hand) teorisini ileri sürmüş ve kamu gücünün (devletin) piyasalardaki fiyatları belirlemesinin veya bazı işletmelere imtiyazlar vermesinin yanlış olduğunu; iktisadi etkinliğin ancak serbest ve rekabetçi piyasaların oluşturulması ile sağlanacağını ve bu piyasaların kamu gücünün müdahalesi olmaksızın görünmez bir el tarafından kendi kendine düzenleneceğini savunmuştur.

İktisadi etkinlik ile kastedilen, ülkenin kısıtlı kaynaklarının en verimli şekilde kullanılarak dağıtılması ve böylece tüm vatandaşların (dolayısıyla tüketicilerin) refahının arttırılmasıdır. Klasik iktisat teorisi uyarınca, piyasa ekonomisinin temel aktörleri olan işletmelerin (teşebbüslerin) amaçları karlarını maksimize etmek yani;

a) En kaliteli ürün/hizmeti
b) En az maliyetle üreterek
c) En yüksek fiyata, en fazla miktarda satmak suretiyle rekabet etmektir.

Sağlanacak olan serbest rekabet ortamında, tüm işletmeler amaçlarını gerçekleştirmek için rekabet ederlerken, yeni buluş ve teknolojik gelişmelere yönelerek maliyetlerini düşürmeye çalışacaklar; bunun sonucunda iktisadi amaç olan kaynakların verimli kullanılması ve dağılımı sağlanmış olacak, bu şekilde ülke ekonomisi bir bütün halinde kalkınır.

Günümüzde olduğu gibi alternatifsiz olmamakla ve bu yaygınlıkta kabul görmemekle birlikte “piyasa ekonomisi” dünyada ve özellikle Anglo-Sakson ülkelerinde (A.B.D. ve İngiltere) ekonomik sistem olarak 200 yıla yakın bir süredir uygulanmaktadır. Bu uzun süreç zarfında, piyasa ekonomisinin bazı kırılganlıkları, içsel sorunları olduğu ortaya çıkmıştır. Teşebbüsler kar maksimasyonu olan amaçlarına birbirleriyle rekabet ederek ulaşmak yerine, rekabeti sınırlayıp ya da ortadan kaldırıp, kartelleşme veya tekelleşme yoluna giderek de ulaşmaya çalışabilmektedirler. Tabi bu durumda; ekonomik sistem olarak “piyasa ekonomisinin” benimsenmesiyle hedeflenen iktisadi etkinlik, yani ülke kaynaklarının en verimli şekilde kullanılması, sağlanamıyor.

İşte bu nedenle; ekonomik sistem olarak piyasa ekonomisini, içsel sorunlarından kaynaklanan sıkıntıları tecrübe edecek kadar uzun zamandır uygulayan devletler, teşebbüslerin piyasalardaki rekabeti engelleyici işlem ve eylemlerine karşı kamu gücünü kullanarak çeşitli düzenlemeler yapma yoluna gitmişlerdir. A.B.D.’de 1890’da çıkarılan Sherman Act ile 1917’de çıkarılan Clayton Act, İngiltere’de 1956 yılında çıkarılan Fair Trade Act ve nihayet 1957’de Avrupa Topluluğu’nun kurucu anlaşması Roma Anlaşması’nda öngörülen rekabet kuralları, piyasa ekonomisinin zaman içerisinde farkedilen kırılganlıklarına destek olmak ve piyasa mekanizmasının sağlıklı çalışmasına hizmet etmek için oluşturuldu. 

Türkiye’de Pazar Ekonomisi
Son olarak, Türkiye’deki duruma bakarsak; pazar ekonomisi kavramı, batı ekonomilerine kıyasla Türkiye Cumhuriyeti için oldukça yeni sayılabilecek bir kavramdır. Ülkemizde uzun yıllar boyunca, (19. yüzyılda sermaye birikiminin ve endüstriyel devrimin gerçekleşmemiş olmasının da etkisiyle biraz da zorunlu olarak) kamu/özel sektör karma ekonomi sisteminin hâkim olmasından sonra, 1980 yılında alınan 24 Ocak Kararları sonrasında ekonomik sistem olarak piyasa ekonomisi benimsenmiştir. Bu ekonomik model değişikliği sonucunda hazırlanan Anayasa devlete, piyasa ekonomisinin olmazsa olmazı, temel taşı olan piyasalardaki rekabetin korunması görevini vermiştir. Anayasa’nın 167. maddesi devlete “para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alma ve piyasalardaki fiili veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşmeyi ve kartelleşmeyi önleme” görevini yükledi.

Anayasa devlete piyasalardaki rekabetin kartelleşmelerden ve tekelleşmelerden korunması görevini yüklemiş olmasına ve gelişmiş batı ekonomileri ile Avrupa Topluluğu’nda rekabet kurallarının kamu gücü tarafından uygulanmasına uzun sayılabilecek bir süredir geçilmesine rağmen, Anayasa’nın 1982 yılında kabulünden sonraki 12 yıl zarfında hazırlanan kanun tasarıları da, daha öncekiler gibi yasalaşmadı. Türkiye Cumhuriyeti, nihayet Gümrük Birliği’nin kurucu anlaşması olan 95/1 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı’nın 39. maddesindeki taahhüdü gereğince, Rekabet Kanunu’nu 07.12.1994 tarihinde kabul etmiş ve kanun 13.12.1994 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Rekabet Kanunu’nun yürürlüğe girmiş olmasına rağmen, kanunun uygulanmasını gözetmek ile yükümlü olan Rekabet Kurumu’nun karar organı olan Rekabet Kurulu 27.2.1997 tarihinde atanabilmiştir. Rekabet Kurulu’nun 1997/5 sayılı Tebliği ile ilan edildiği üzere, Rekabet Kurumu teşkilatını ancak 5.11.1997 tarihinde oluşturarak, faaliyetlerine başladı.

(1) Rekabet Kanunu Genel Gerekçesi http://www.rekabet.gov.tr/word/genelgerekce.doc (2) SMİTH, Adam “Wealth of Nations”, Oxford University Press 1998 sf. 292
Yazan: Av. Sinan NAİPOĞLU

Kaynak: www.ailesirketleri.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir