İletişim solukladığımız bir nefes… Düşüncelerin, fikirlerin eyleme döküldüğü platform sürekli dolu… Birileri, sürekli bir şeylerle o platformu doldurmakta. Hangi ortam içinde olursak olalım, insanoğlu bir şeyler söylemenin gereksinmesini duyduğu sürece de bu böyle olacak… Eğer o platformda doğru kaynaklardan yansıyan bilgiler yoksa, kaçınılmaz olarak orada bireylerin kendilerinin biçimlendirdiği, algıladığı görsellik olacak… Dedikodu, bir şekliyle bu boşluğu dolduracak… Yani aslı, astarı olmayan, yalnızca söyleyenin kendi kişisel egosu ile şekillendirdiği bilgi ortamı, aslı ile yer değiştirene kadar bilgi platformundaki işlevini koruyacak… Halkla ilişkilerin belki de en önemli misyonu, dedikoduyu önleyebilir en etkili silah oluşudur. Çünkü içinde gerçek, kaynağı açık, başı sonu belli bilgi üretimi vardır. Üretilen ve paylaşılan bu bilgi, dedikodunun yıkıcı gücüne karşı bir baraj duvarıdır.
Günümüzde, özellikle borsada işlem gören şirketler dedikodudan korkmalıdırlar. Bu şirketlerin ihmal edecekleri küçücük bir iletişim ortamı anında yerini dedikoduya terk edebilir ve her şey güllük gülistanlık iken bir anda kendimizi kuyunun dibinde bulabiliriz. Belki yine temiz çıkarız ama yitirdiğimiz zaman, itibar ve para bize çok pahalıya mal olacaktır.
Ürünler için de aynı şey söz konusudur… Tüketicinin tepkilerini izleyen şirketler, dedikodunun üremesine izin vermezler. Promosyon dönemlerinde gazetelerin tüketicilerden aldıkları tepkiler hatırlardadır.
Dağıtamadıkları promosyon hediyeleri için açıklama yapmayan gazeteler tüketicilerin itimadını bir daha kazanamadılar. Çünkü o kuyruklarda saatlerini yitirmelerine karşın eli boş dönen kuponcular eve geldiklerinde birşeyler söylemek zorundaydılar. Kuyrukta beklerken öndeki ve arkadaki ile paylaştıkları görüş alışverişinden ne üretilmişse, o gelişti, yaygınlaştı ve ‘kanat’ oldu. Gazete tirajlarının nüfusun artmış olmasına karşın, promosyanla bile artamıyor olmasının nedenleri arasında ‘inanırlık’ ilkesinin zedelenmiş olması baş sıralarda görünüyor.
Trafik kazası yapan şehirlerarası otobüs firmaları için de bir örnek verelim. Yolcularının can ve mal güvenliği için ne tür önlemler aldığını ve neler yapmakta olduğunu anlatamayan şirketler için ‘kaza yapar’ kanaati ve yıllar sürecek bir ‘imaj’ sorunudur. Çünkü bir şekli ile dedikodu kendi içinde ‘alkollü şoför’, ‘trafik cambazları’, ‘kural tanımazlar’ yakıştırmalarını üretecektir.
Organizasyonlar içindeki dedikodulara ne demeli? Hani özellikle yılbaşı arifesinde, terfi ve zam dönemlerinde resmi bir açıklama olmaması nedeniyle sürüp giden huzursuzluklar, işten kayırmalar, verimin düşmesi ve benzeri ortamlar. Hep dedikodunun ürünü değil mi?
Kaynak: Salim Kadıbeşegil, Halkla İlişkilere Nereden Başlamalı?, ORSA Halkla İlişkiler ve Pazarlama İletişimi A.Ş Yayınları