Halkla ilişkileri tanımlamanın belki de en kestirme yolu: ‘Bir öykünüz mü var?' sorusunu sormaktır.
Öyle ya, her kurumun, kuruluşun ve bunları yönetenlerin birilerine anlatacak bir şeyleri olması lazım… Bütün gün ne yapıyorlar? Kendi kariyer basamaklarını çıktıkları inancındaysalar, o kurum için bir şeyler yaptıklarını en azından tahmin edebiliriz.
Yeni bir ürün mü var, ilk kez yapılan ihracat, yeni girilen bir dış pazar, organizasyondaki değişiklikler, imzalanan yeni toplu sözleşme, alınan bir ödül, gelen bir kredi, uygulamaya konulan bir tüketici memnuniyeti programı… Ne olursa olsun, mutlaka anlatılacak bir şeyler vardır… Bir de bu öyküleri bilmesini istediğimiz birileri…
İşte halkla ilişkiler disiplininin bu ‘öyküleri’ biçimlendirdiği, şekillendirdiği ve olması gereken içerikte, duyması gerekenlere aktardığına tanık oluruz…
Kurumsal öykülerimizin bir temaya dayalı olması, o kurumun, öykülerini paylaşmakta olduğu insanlar tarafından ‘temasal’ içerikte algılanmasını sağlar. Bu da halkla ilişkilerin planlı, programlı bir iletişim disiplini olduğunu anlatmaya yarar.
Bir gruptan diğerine yöneltilmiş iletişim süreci her ne kadar halkla ilişkiler mesleğini alt açılımlarıyla tanımlamaya yetmiyorsa da iletişimin yansıdığı adreslerde belli bir tepkiyi, yanıtı elde etmek gibi somut bir amacı olduğunu özellikle belirtmeliyiz.
Bu nedenle, ölçümlemesi yapılmayan, değerlendirme süreci yaşatılmayan iletişim ortamları halkla ilişkilere benzetilse de, halkla ilişkiler olmamaktır.
İletişim, gelişen teknolojisi ile birlikte yalnızca kişilerin değil, kurum ve kuruluşların da tüm alışkanlıklarını alt üst etmektedir. Ve günümüzde, ‘iyi iletişim sistemi’ bir şirketin ‘atardamarı’ olarak nitelendirilmekte ve yaşamsal önemi bu bağlamda vurgulanmaktadır. Ortaya ‘Son derece karmaşık yapısı içinde iletişim sorunlarımızın açmazından kendimizi nasıl kurtarabiliriz’ diye bir soru attığımızda herkesten ciddi, tutarlı bir takım öneriler gelebilir. Ancak kurumsal iletişim bütününü yakalamak, bazen yıllara ve milyonlarca dolara mal olabilir. İşte bunun içindir ki, kurumlar ve kuruluşlar hem kendi bünyelerinde, hem de dışarıdan profesyonel hizmet alarak ‘toplumsal algılamayı’ hedefleyen uzmanlardan yararlanmaktadırlar.Bu kişilerin günümüzdeki adı ”halkla ilişkiler uzmanları’dır.
Yine kurum ve kuruluşlar görmüşlerdir ki, farklı insanlar için organizasyonun farklı özellikleri önem taşımaktadır ve bu özelliklerin uygun bir dil ve doğru seçilmiş iletişim araçları ile ilgili yerlere ulaştırılması gerekmektedir.
Şöyle bir örnekleyecek olursak; sözünü ettiğimiz şirketin finansman bölümü için, borsa, borsa yayınları, bu yayınlardaki basın mensupları, finans sektörü, bankacılar, bu alanlardaki meslek odaları/örgütleri ve bunları yönetenler önemli iken, ihracat bölümü için, konu ile ilgili kamu kurumlarının yöneticileri, basın yayın organlarının ekonomi sayfaları ve bunları yönetenler önemlidir. Satın alma bölümü açısından ise ‘tedarikçilerden’ daha önemli bir şey yoktur ve kurum imajının buralarda en üst düzeyde olması gerekmektedir.
Satıştan sorumlu yöneticiler ise bayilerin ve satış noktalarının önemini hiç bir şeye değişmezler.
Pazarlamacılar içinse, varsa yoksa ‘tüketiciler’… İnsan kaynakları bölümü için, hem o anda şirkete başvurması gereken nitelikli insanlar… Bütün bunları iletişim disiplini içinde birinin derleyip toparlaması gerekmiyor mu? Asgari müşterekleri bulup ortaya çıkarması, neyin niçin yapıldığının ortaya konması yönetimin beklentileri arasında değil mi?
Kaynak: Salim Kadıbeşegil, Halkla İlişkilere Nereden Başlamalı?, ORSA Halkla İlişkiler ve Pazarlama İletişimi A.Ş Yayınları