Finans, Muhasebe, Vergi...
Diğer Gündem

Rusya’da başarısız dönem

Dış politikasında yeni sorunlara çözüm üretmekte zorlanıyor…

Rusya ekonomik krizle birlikte petrol ve doğalgaza dayalı ekonomisini sarsıntılardan koruyamadı. Düşen petrol fiyatları, döviz rezervlerini eritti. Önümüzdeki bir iki yılda küresel ekonominin talep darlığından kurtulamaması Rusya’yı da zorlayabilir.

 

 

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra siyasal ve ekonomik açıdan inişli çıkışlı bir süreç geçiren Rusya Federasyonu hala genel anlamda istikrarlı bir çizgiye yerleşmiş değil. Çıkarlarını siyasal dengeler ve realitelerden ziyade elindeki en büyük silah olan petrol ve doğalgaz üzerine odaklayan Rusya’nın bu noktada kazançtan çok kayba uğradığını söylemek mümkün.

Yeniden küresel güç olmak isteyen Rusya’nın bu hedefe ekonomik olmasa bile siyasal anlamda Soğuk Savaş dönemindekinden bile daha kolay erişmesi olası iken bunu son zamanlardaki sert çıkışlarıyla zora sokmakta. Irak, Afganistan ve Gazze nedeniyle ABD’nin uluslararası alanda ne kadar güç ve prestij kaybettiği açık. Anti-Amerikancı duygular dünyada hiçbir devirde bu kadar yoğun olmamışken Rusya’nın bundan fırsat yaratamaması ayrıca önemli. Hatta son enerji kriziyle elektriksizliğe ve soğuğa mahkûm etmesi özellikle Doğu Avrupa’da Anti-Amerikancı duyguların bir benzerinin Ruslar için de oluşmasına neden oldu. Orta ve Batı Avrupa sanayisi ve finans çevrelerinde ise Ruslar imzalamış oldukları anlaşmalara uymamaları nedeniyle ticari ilişkilerdeki güvenilirliklerini yitirdiler.

Amerikalılar uluslararası arenada kan kaybederken Rusların bundan yararlanamadıkları ve yeni güçlü ikili ilişkiler ve hatta ittifaklar inşa edemedikleri bu bağlamda gelişmeleri fırsata çeviremedikleri görülüyor. Hatta ABD’nin Afganistan girişimine ve ortalığı karıştırmasına rağmen Rusların özellikle Orta Asya’da zayıflıyor olmaları da ilginç ama bir gerçek. Petrol ve doğalgazlarını dış dünyaya sevk etmede Ruslara bağımlı olmalarına rağmen Orta Asya Cumhuriyetleri’nin Rusların Gürcistan’da askeri güç kullanmasından son derece rahatsızlık duydukları anlaşılıyor. Bu olayın etkisiyle Kafkasya ve Orta Asya ülkelerinin enerji ihraçlarında başka kanallar aramaları da söz konusu olabilir.

ENERJİ ÜZERİNE DIŞ POLİTİKA

Artan enerji gereksinimine karşılık dünyada bu günlerde ciddi düşüş gösteren petrol fiyatlarının Rusların psikolojik denge ve uzun vadeli hesaplarını bozduğunu söyleyebiliriz. Kaldı ki dünya ekonomik kriziyle paralel yaşanan talep azalması ve petrol fiyatlarının düşmesi Rusları son derece sıkıntıya sokmuş durumda. Ellerindeki yüksek döviz rezervleri ve uluslararası finans piyasasındaki yatırımlarına rağmen petrol fiyatları bu düzeyde kalırsa ekonomik durumlarını ancak bir süre daha su yüzünde tutabilecek olan Rusların, krizin uzun sürmesi halinde ne yapacakları merak konusu. Kaldı ki uluslararası ekonomik koşulların iki yıldan önce rahatlamayacağı açık iken, almış oldukları dış kredileri ödemede sıkıntı çekerek batan Rus firmalarının yanı sıra duran alt ve üst yapı yatırımlarının toplam ekonomiye vereceği zarar çok büyük olacak. Hele Moskova gibi, fiyatların ve sosyal yaşantının dengesiz, abartılı şekilde ve Batı özentisiyle geliştiği yörelerde halkın beklentilerinin giderek karşılanamayacak olması, son günlerde erozyona uğrayan Rus dış politikasının yanı sıra iç politikayı da etkileyecektir.

Hâlbuki özellikle son iki yılda aldığı rahat nefesle geleceği daha pembe gören Ruslar ve dış politikaları, Venezuela’daki Chavez gibi giderek dış dünyaya ve özellikle NATO’ya kafa tutar olmuşlardı. Çünkü ekonomik rahatlama dışa bağımlılığı azalttığı gibi, daha güçlü bir ordu kurmak ve askeri projeler geliştirmek konusunda onlara olanak tanıyacaktı.

Bu arada Gazprom gibi küresel ekonomiyi etkileyecek Rus enerji firmalarının ortaya çıkması da Rusları şımartmıştı. Sermayesi ve varlıkları 300 milyar dolara erişen Gazprom’un dünyada Exxon-Mobil ve General Electric’ten sonra üçüncü sıraya yerleşmesi bu şirketi ve ürettiği doğalgazı, dış politikalarının ana unsurları haline getirmişti. Nitekim yeni Devlet Başkanı Medvedev’in son görev yerinin Gazprom Başkanlığı olduğu hatırlanırsa Rusya’nın iç ve dış politikasında enerjinin özel yeri ortaya çıkar. Ne var ki bu olgu bu ülkenin elindeki olanakları pragmatik bir yaklaşımla ve başarılı bir şekilde kullanıp kullanmadığı hususunu bir kez daha söz konusu etmektedir. Çünkü Rusya’nın dış politikasını pragmatik yaklaşımlar ve ABD’nin yanlışlarından çok, doktrinsel ve tehlikeli bir yeni ideolojik temele yerleştirmeye çalıştığına dair belirtiler var.

Rusya’nın demokratikleşme ve liberalleşme konusunda Batı değerlerine yaklaşma çizgisinin, kendi geleneksel siyasal anlayışlarıyla çoğu zaman örtüşmemesi ve bunun yarattığı çelişki, süreç içinde politikasının ana silahı olan enerji konusunda bile Rusya’ya zarar verebilecek bir durumu ortaya çıkarmıştır. Ortaya çıkan husus, özellikle küçük devletlerce Rusya’ya duyulan güvensizliktir. Gürcistan savaşı ile ortaya çıkan bu güvensizlik bilahare doğalgaz kesintisi ile AB ülkelerine de sirayet etmiştir. Bunun sonucu ise AB ülkelerinin özellikle daha kolay elde edebilecekleri Rus doğalgazına karşılık, daha pahalı ve ama enerji güvenliğini daha iyi sağlayabilecek yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarına doğru arayışlarının ortaya çıkması olacaktır.

Hiç şüphesiz bu arayışın içinde doğalgazdan vazgeçemeyecek konumda olan Akdeniz, Balkan ve Orta Avrupa ülkeleri için Nabucco projesinin hayata geçirilmesi bile kaçınılmaz bir projeye dönüşecektir ki bu husus Rusya’nın hiç de hoşuna gitmeyecektir. Ne var ki Rusya ideolojik yaklaşım kokan, emperyal hevesler içeren yeni Dış Politika yaklaşımı ile bunun zeminini hazırlamıştır. Bu bağlamda Moskova’nın enerji emperyalizmi olarak nitelendirilebilecek yeni politikalarıyla Türkiye açısından, en azından kendi enerji güvenliğini daha farklı kaynaklardan sağlama olanağı doğmaktadır.

ABD VE RUSYA

Bağımsızlıklarını elde etmiş oldukları zamandan bu yana, süreç içinde Batı ve özellikle ABD’ye kuşkuyla ve güvensizlikle bakan ve bu duyguları giderek artan Üçüncü Dünya Ülkelerinin bu yaklaşımlarını Rusya’nın değerlendiremediği ve bunda da Rus ideolojik yaklaşımlarının rolü olduğunu söylemek mümkündür. Hiç şüphesiz bu yaklaşımda Batı’nın Üçüncü Dünya Ülkelerine miras bıraktığı kültür birikiminin etkisi ve alışkanlığı da söz konusudur. Hatta başta ABD olmak üzere Batı ülkeleri, bu soft-war (yumuşak güç-kültürel egemenlik) etkinliklerini son elli yılda yakın çevrede arttırırken Çin ve Hindistan gibi ideolojik ve siyasal anlamda Batı’ya ters düşebilecek eğilimleri olanlarda bile özellikle ekonomik alanda bu tür çalışmalarını yayabilmişlerdir.

Bunun sonucu, BRIC denilen yeni ekonomik gücün üyesi Çin, Hindistan ve Brezilya ile Türkiye, İran, Japonya gibi öteki bölgesel güçler ve hatta AB ülkeleri ile eski Sovyetler Birliği müttefiki veya üyesi ülkeler, başta dış politika ekonomik konum ve kararlarını belirlemede ABD’yi göz önüne alma ve stratejilerini Amerika’ya göre uygulama durumundadırlar. Bu olgu en az 15 yıl daha böyle sürecektir.

Rusya’nın son Gürcistan Savaşı ile ortaya çıkan müdahalecilik politikası ve diplomaside güç kullanma konseptinin uygulanmasındaki kararlılığı hiç şüphesiz ekonomik açıdan elde ettiği rahatlama sayesindeydi. Ancak bu noktada ele alınması gereken soru, Rusların, tarihsel açıdan en güvendikleri unsurları olan ordularının ne konumda olduğudur. Sovyetler Birliği’nin en güçlü zamanında bile konvansiyonel anlamdaki gücü hakkında tereddütler bulunan Rus ordusunun bugünkü durumunun çok da parlak olmadığı askeri uzmanlarca ifade edilmektedir.

ASKERİ GÜCÜNÜN BOYUTU

Askeri eğitimdeki zayıflık, lojistik, insan unsuru ile kadrolardaki eksiklik bir yana uzun zamandır özellikle teknolojik anlamda kendini yenileyemeyen Rusya Silahlı Kuvvetleri’nin Gürcistan gibi çok zayıf bir ülke ötesinde kullanılma olasılığında Rus diplomatik konsepti olan güç kullanma işlevini ne ölçüde yerine getirebileceği ciddi bir soru işaretidir.

Rusya Federasyonu halen Gayri Safi Milli Hâsılası’nın (GSMH) yaklaşık yüzde üçünü savunmaya harcamaktadır. Rusya’nın emellerinin ve çıkarlarının çeşitliliği, ülkenin genişliği göz önüne alınırsa bu harcamanın azlığı ve yetersizliği ortadadır.

Özellikle Rusya’nın dünyanın belli bölgelerinde ABD ile boy ölçüşmeye çalıştığı düşünülürse ve ABD’nin bugünlerde savunma harcamasının, GSMH’sinin yüzde dördüne eriştiği ve yani yaklaşık 600 milyar dolar olduğu göz önüne alınırsa, Rusya’nın yaklaşık 30 milyar dolar olan savunma harcamasının yetersizliği ortadadır. Hele son ekonomik krizin Rusya’nın savunma harcamalarını çok ciddi boyutlarda etkileyeceği olgusu, Rusya’nın askeri güç kullanma konseptini bundan böyle daha düşük düzeye indireceği hususunu akla getirmektedir. Yani Rusya, çoğu NATO ülkesinden bile az olan savunma gücü ve bütçesiyle ve bozulan ekonomisiyle bundan böyle daha gerçekçi bir dış politika izlemek ve özellikle komşuları ve Avrasya coğrafyasındaki bölgesel güçlerle daha yapıcı ilişkilere girmek durumundadır.

Bu yapıcı ve yeni ilişki çizgisinde, dünyada ortaya çıkan yeni ekonomik güçler Rusya için bir fırsattır. Kaldı ki Çin ve Hindistan gibi yeni güçler Rusya ile olan eski ve köklü ilişkileri nedeniyle esasen ve göreceli olarak rahat birer çalışma alanı, iyi birer partnerdirler. AB’yi ve buna bağlı ülkeleri ekonomik alanda geçme konumuna gelmiş olan ve dünya ekonomik krizinde kalkınmalarını sürdürecek olan bu iki ülke Rusya için fırsat yaratmaktadır.

Her ne kadar ABD-Hindistan ilişkileri yumuşamış, ABD Hindistan’ın nükleer güç olduğu gerçeğini kabul etmişse de ve hatta bütün bu olgularla beraber Hindistan’ın G-8’lere kabul edilmesi olasılığı bile bu ülkenin anti-emperyalist duygularını tamamen unutacağı ve körü körüne ABD’ye yaklaşacağı anlamına gelmez. Yani Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) gözlemcisi olan Hindistan hala Rusya için bir kayıp değildir. Yine Hindistan’ın geleneksel silah alım kaynağı olan Rusya’yı ABD ile filizlenen ilişkiler nedeniyle tamamen terk edeceği de söylenemez. Her ne kadar Hindistan savunma ve silah alımlarında son zamanlarda gözünü Rusya dışına çevirmiş ve ABD’den USS Trenton adlı Helikopter gemisi ile 6 adet C-130J ağır nakliye uçağı almış ve yine ABD’den 126 adet çok amaçlı savaş uçağı ile 190 kadar helikopter almayı planlamış ise de Rusya’ya da arkasını tamamen dönmemiştir. Aralık ayında yapılan bir anlaşma ile Rusya’dan 1.2 milyar dolar değerinde 80 adet Mil Mi-17 nakliye helikopteri alma kararını hatırlamak gerekir. Ayrıca Hindistan’ın yine Rusya ile bir adet Talwar sınıfı güdümlü füze firkateyni inşası konusunda çalışmalarını yürüttüğü de bilinmektedir. Bunun ötesinde Rusya’nın savunma teknolojilerinde geri olduğu elektronik ve benzeri alanlarda bundan böyle Hindistan ile artabilecek işbirliği mecburiyeti de bu iki ülkenin ilişkilerinin araya ABD’nin girmiş olmasına rağmen süreceğini göstermektedir. Kaldı ki bu mecburiyet Rus dış politikası açısından ihmal edilemeyecek özelliktedir.

Geleceğin bir numaralı ekonomik gücü olan Çin özellikle ekonomik anlamda ABD’ye çok yakın ise de ABD’nin Çin’i gelecekte bir potansiyel tehdit olarak gördüğü gerçeği unutulmamalıdır. Askeri ve savunmaya dönük teknolojik gücünü sürekli geliştiren ve savunma bütçesi yaklaşık 65 milyar dolarla Rusya’nın iki misli olan Çin geleceğe dönük hesaplarda ABD için en önemli potansiyel tehdittir. Esasen bu tehdit algılamasını ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisinin hemen yarısının Çin üzerinden geliştirilmiş olmasından da anlamak mümkündür.

Bu nedenle Çin, Sibirya’da gelecekteki olası Çin-Rusya sorunlarına karşın hala Rusya için önemli bir müttefik konumundadır. Ancak bu müttefiklik, Çin gelecekte birinci ekonomi olunca ne kadar sıkı olur veya Çin-Rusya ve Rusya-Hindistan arasındaki yakınlık gelecekte özellikle Orta Asya’nın enerji kaynaklarından pay alma hususu daha da kızışınca ne hale gelir noktasında sorunlar ortaya çıkarmaktadır.

YALNIZLIK

Bu bağlamda ŞİÖ’ye rağmen yakın gelecekte Rusya’nın dış politikasının Güneydoğu Asya ülkelerinde bugünkünden daha parlak olmayacağı gerçeği ortaya çıkmaktadır. Rusya Gürcistan’daki son agresif politikasıyla Kafkaslar ve Doğu Avrupa’da da kan kaybetmiştir. Bu politikasıyla da ABD’yi adeta Karadeniz’e davet etmiş, Ukrayna’yı da kendinden oldukça uzaklaştırmıştır.

Yani görünürde Rusya son iki yılda dış politika bağlamında başarısız hamleler yapmış, İslam ülkelerinin ABD’ye genelde duyarlı ve hatta tepkili yaklaşımından da istifade edememiştir.

ABD’nin inişe geçtiği süreçte Türkiye’de de politik anlamda etkisiz kalan Rusya, özellikle son nükleer santral ihalesinde daha gerçekçi politika izleyip Türkiye ile güven ve ilişki güçlendirme yaklaşımı benimsemek yerine son derece komik ve tepki çeken bir teklifle gelmiştir. Hâlbuki ihale mi, yarışma mı, ne olduğu belli olmayan bu nükleer santral projesinde, uzun vadeli ve riskli fiyat önerisini kademeli bir şekle büründürüp, teklifi 21 cent gibi akıl almaz bir uçukluk yerine daha makul ve ama 15 yıllık zaman birimine artan oranlarda yansıtabilen bir Rus ekonomik politikası, artan ve yürüyen ilişkileri daha sağlam bir zemine oturtabilirdi.

Esasen dünya ve bölgesel koşullar göz önüne alındığında, Rusya’nın büyük devletler olarak Çin ve Hindistan dışında yanaşabileceği ve ekonomik, siyasi ilişkilerini arttırabileceği Türkiye ve İran gibi iki ülke kalmış iken, bir de bu konuda nükleer teklifindeki başarısızlığın ötesinde yapacağı yeni yanlışları Rusya’yı dünyada daha yalnız hale getirecektir. Yalnızlık ise agresifliği getirir. Agresif bir Rusya ise bölgede Türkiye’nin çıkarlarına hiç uymaz.

Ali KÜLEBİ

TUSAM Ulusal Güvenlik Stratejileri

Araştırma Merkezi Başkanvekili

Kaynak: Cumhuriyet 

2009-04-09

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir